3 Ocak 2009 Cumartesi

Kane & Lynch: Dead Men

üyük bir şirkette danışmanlık yapan Adam Marcus karısı ve iki çocuğuyla beraber mutlu bir şekilde yaşamına devam eden bir adamdır. İki yaşındaki oğlunun evde oynarken bulduğu tabancayı kurcalamaya başladığı güne kadar normal bir hayata sahip olan Adam�ın bu olaydan sonra hayatı altüst olur. Oğlu silahla oynarken silah ateş alır ve çocuğun ölümüne sebep olur. Adam oğlunun acısına ve bu ölümden kendisini sorumlu tutan karısının kendisine karşı tutumuna dayanamayarak evini terk eder. Venezuella�ya kaçar ve orada ücretli asker olarak yeni bir hayata başlar. Artık yeni bir isim kullanmaktadır: Kane. Kane altı yıl sonra bir gün The7 isimli örgüt kendisiyle iletişime geçene kadar Venezuella�daki bu yeni işini başarıyla sürdürür. Örgüt onu da saflarına katmak istemektedir. Bu teklifi kabul eder ve örgütle beraber dünya çapında bir çok suça karışır. Aradan geçen on üç yıl sonunda örgüt üyelerinin emekli olup rahata ermek maksadıyla yaptıkları son soygunda bir terslik çıkar. Ekibin tüm üyelerinin öldüğünü sanan Kane çaldıkları elmasları da yanına alarak kaçar ama fazla uzaklaşamadan güvenlik güçleri tarafından yakalanır. Yirmi beş kişinin ölümünden sorumlu olmak suçuyla yargılanır.

Lynch Little kendisini kontrol altında tutabilmek için ilaç tedavisi alan bir şizofreni hastasıdır. Kendini kaybettiği bir günün sonrasında kendine geldiğinde karısını yemek masasının başında acımasızca öldürülmüş olarak bulur. Polise haber verir. Cinayeti başkasının işlediğini düşündüğü için kaçar fakat uzun süre geçmeden karısını öldürmek suçundan yargılanmak üzere polis tarafından yakalanır.

Oyuna başladığımızda Kane ve Lynch�i hapishane nakil aracına bindirilirken görüyoruz. İkisi de mahkeme tarafından suçlu bulunarak idama mahkum edilmişler ve bu araçla infazın gerçekleşeceği yere sevk ediliyorlar. Araç ilerlerken Lynch henüz kendisini tanımayan Kane�e başını korumasını söylüyor. Lynch�in bu tavsiyesinin üzerinden çok geçmeden bir kamyon nakil aracına çarpıyor ve kazadan sonra serbest kalan mahkumlar kaçıyorlar. Burada Kane�i kontrol etmeye başlıyoruz. Kendisini takip etmemizi söyleyen Lynch�in dediğini yaparak devam ediyoruz. Güvenlik güçleriyle yaşanan çatışmadan sonra bizi bekleyen bir karavana binerek kaçıyoruz. Bu karavan Kane ve Lynch�i doğruca The7�a götürüyor.


Lynch ve Kane


Kamyonun nakil aracına çarpması aslında bir kaza değildir. Tamamen Kane�in son soygunda bütün üyelerinin öldüğünü sandığı The7 örgütünün hayatta kalan üyeleri tarafından planlanmış bir olaydır ve amaç Kane�i kurtarmak değil ele geçirmektir. Kane�in de örgüte girerken kabul ettiği bir kural vardır: �Kuralları bozan ölür.� Örgüt Kane�den ölmeden önce çaldığı elmasları geri vermesini istiyor ve buna karşılık ellerinde tuttukları karısını ve kızını serbest bırakmayı öneriyor. Eğer isteklerini yerine getirirsek Kane ailesinin serbest kalmasını sağlayarak huzurlu bir şekilde ölme fırsatını elde edecek. Lynch ise The7�la Kane�e operasyon boyunca eşlik etmek için anlaşmış ve görevi başarıyla yerine getirirse başka birisi ve ya birileri tarafından öldürüldüğünü sandığı karısının ölümü üzerindeki sır perdesini kaldırmak üzere yoluna devam edecek.

Kane and Lynch Dead Men, Hitman serisinden aşina olduğumuz IO Interactive tarafından sağlam bir senaryodan yola çıkılarak geliştirilmiş bir TPS. Oyun boyunca Kane karakterini kontrol ediyoruz. Lynch�i ve bazı bölümlerde yanına eklenen diğer karakterleri ise yapay zeka kontrol ediyor.

Oyunu çalıştırdığımızda karşımıza profil hazırlama ekranı çıkıyor. Buradan profilimizi oluşturduğumuzda sade bir arayüzle karşılaşıyoruz. Campaign�e girerek tek kişilik modda oynayabiliriz. Oyunun multiplayer modu da mevcut.

Kamera Kane�i sağ omuz üzerinden takip ediyor. Ekranda nokta şeklinde hedef görünüyor. Bu hedefi kullanarak ya da sağ tuşla yakınlaştırarak düşmanlarımızı vurabiliriz. Nişan alma sistemi çok iyi olmasa da zamanla alışılıyor. Arkasında siper alabileceğimiz yapılara(duvar, kolon, çöp kutusu vs.) yaklaşınca Kane otomatik olarak yaslanarak siper alıyor. Daha doğrusu bazen siper alırken bazen almayabiliyor. Bir kolonun arkasında siper alabilmek için bayağı uğraşmanın yanı sıra birde Kane�in siper aldıktan sonra kolonun sağına mı soluna mı doğru hedef alacağı belli olmuyor. Tam da çıkıp düşmanlara mermi yağdıracakken tutup duvara yaslanabiliyor. Bunu oyuncunun kontrolüne bıraksalar daha iyi olurdu. Otomatik olması çok sorun çıkarıyor. Siper aldıktan sonra sığındığımız yerden yalnızca silahı çıkararak düşmanlara kör atış yapabiliyoruz. Vücudun bir kısmını çıkararak daha isabetli atışlar yapma fırsatı da var.

Need for Speed: ProStreet

aha olmayan giriş demosundan birşeylerin ciddi ölçüde değiştiğini kavramıştım. Evet NFS kesinlikle bizim yıllardır tanıdığımız oyun değildi artık, o bir Grand Turismo-SSX kırmasıydı. Olmamıştı. Peki ne olmuştu?

Birlikte geçirdiğimiz bunca yıldan sonra NFS�den böyle bir çalım yiyebileceğimi hiç düşünmemiştim doğrusu. Ne yalan söyleyeyim Carbon�dan sonra benim NFS�den beklentilerim çok farklıydı. Gecelerin asi yarışçısından pistlerin havalı ama şaşkın çocuğuna dönüşmemizin hikayesi olacak bu anlatacaklarım.

Dörtlülerimizi yakalım

Oyuna ısınmak için öncelikle NFS ile bildiklerimin bir kısmını unutmam gerekti. Çünkü modifiyeli sokak arabalarıyla asfaltı ağlattığım geceler artık yoktu. Daha beteri açılışta oyunda bana eşlik edecek olan güzel hanımı da çok bekledim ama gelmedi. Onun yerine görsel olarak başarılı sayılabilecek retro-urban çizgisine sahip ama son derece kullanışsız ve tekdüze menülerle başbaşa kaldım. Oyuna gözlerimi açmamla beraber EA beni çevrim içi ortamlarına davet etti, ben de onu kırmadım. Anladım ki serinin bu ayağında çevrim içi hasımlarımızla çok içli dışlı olacaktık. Gerçekten de EA bu noktada seriyi bir adım ileri götürmüş ve çok detaylı bir çevrim içi oyun düzeni kurmuştu. Ama ben hala Cross gibi azılı bir polisin nefesini ensemde hissetmenin umuduyla menülerde aranmaya devam ettim.



Sağa çekip kaputu açalım

Öncelikle NFS ismini aklımdan sildim, ön yargılarımı da bir kenara bıraktım ve önceki oyunlardan artık aşina olduğum üzere kariyer moduna başladım. Bana ilk sorulan soru ne miktarda sürüş yardımı almak istediğim şeklinde oldu. Serinin daha önceki oyunlarında bu detay sadece küçük bir ayarken daha kariyer moduna başlarken agresif bir biçimde oyunun bu soruyu bana dayatmasının tek bir anlamı olabilirdi o da sürüş dinamiklerinin ciddi şekilde değişmiş olabileceği idi. Nitekim öyle de olmuştu ama buna daha sonra değineceğim.

2 Ocak 2009 Cuma

Grand Theft Auto III


Bankanın arka kapısından 3 kişi arka arkaya çıkar; Bir kadın, iki erkek. En arkadaki, elinde para dolu bir çanta ve pompalı tüfek; diğer ikisinin arkasından köşeyi döner. Ama dönmesi ile hayatının kazığını yemesi bir olur. Sevgilisi -banka soygunundaki ortaklarından biri, onu bacağından vurur ve parayı alıp diğer adamla polisler gelmeden sıvışır. Polisler yaralı adamı yakalayıp götürürler. Bir gün, polis koruması altında köprüde minibüsün içinde giderlerken bir cip yollarını keser. Fırsattan yararlanan iki mahkum polisleri devirir ve gördükleri ilk arabayla kaçarlar.

Bu bir filmin giriş bölümü değil, bir oyunun konusu. Take-Two Interactive ve Rockstar Games'in ultra-vahşi oyunu bakalım neden bu kadar ilgi çekiyor, talep görüyor, seviliyor?

Çoğumuzun bildiği gibi GTA ilk çıktığında iki boyutlu üstten oynanan bir oyundu. Ona rağmen gördüğü talep yüzünden ikincisi yapıldı. İkincisi birincisinden daha çok beğenildi, satıldı, oynandı. Günümüzün oyun politikası olan başarılı bir oyunun devamının yapılması GTA için de geçerli oldu. Hepimiz, çekirge iki sıçrar mantığı ile üçüncü oyunun fos çıkacağını düşünürken, gelen screenshot'lar ve haberler ile yanıldığımızı anladık. Geçen yıl PS2 için GTA3 çıktığında da gördük ki çok şey değişmişti. Şimdi üstünden aylar geçti ve oyun artık PC'lerimizde.

Oyunda değişen en önemli olay tabi ki 3ncü boyutun oyuna eklenmiş olması. Artık GTA'yı tepeden oynamıyorsunuz (isterseniz tepe kamerası da var, ama tepeden oynamak için bu oyuna para vermediniz herhalde?), şehrin tamamen içindesiniz. Sokaklarda gezen insanların arasında yürüyor, dükkanların içinde geziyor, garajlara ve parklara gidebiliyorsunuz. Yapımcılar, çevrenizde tamamen yaşayan, daha doğrusu yaşıyormuş izlenimini veren bir şehir yaratmışlar ki oyunun kopulmazlığında en büyük pay sahibi olan şey bu.

Grafiklerden bahsetmek istiyorum ama söyleyebileceğim pek az şey var. Çünkü grafiklerde kusur yok gibi bir şey. İnsanlar gerçekçi, binalar gerçekçi, yollar, ağaçlar, arabalar... Kısacası her şey bugüne kadar çok az oyunda rastladığınız ya da hiç rastlayamadığınız derecede güzeller. Havanın saate göre kararıp aydınlanması, yağmur efektleri, sis efektleri. Bunun yanı sıra arabalarda kullanılan fizik modellemesi gördüğünüz çoğu yarış oyunundan bile daha iyi. Nereden çarparsanız aracın orası yamuluyor. Kapıdan vurursanız kapı kopuyor. Hatta kapı bir yere çarpıp açılırsa, tam gaz geri gidip aniden fren yapınca oluşan hız ile kapı "küt" diye kapanıyor. Grafikler -nasıl desem, harikalar.

Teknik detayları önce bitirmek istiyorum. Çünkü daha çok oynanış hakkında ve şehir hakkında bilgi vereceğim. Bu yüzden seslerden biraz bahsedeyim.

Bir oyunda atmosferi yaratmak için sadece grafik yetmez. Ses ve grafik birbirinin tamamlayıcısıdır. GTA3'te ses, grafiği tamamlamak ile kalmıyor, bugüne kadar bir oyunda gördüğünüz en geniş arşive sahip. Arabaların kornalarını, insanların çığlıklarını, polis sirenlerini geçelim; bunlar artık her oyunda zaten en üst seviyede yapılıyor. Ama GTA3'te seslendirmeler bir harika! Oyunda genelde mafyadan görevler aldığınız için, adamların sesleri de karizmatik olmak zorunda. The Godfather (Baba) filmini hatırlayın; orda Robert De Niro ve diğer karakterlerin seslerini hatırlayın. İşte aynısı bu oyunda; boğuk, şiveli ve argo dolu konuşmalar. Frank Vincent, Joe Pantoliano bu isimlerden sadece birkaçı. Seslendirmeler ancak bu kadar güzel olabilirdi.

Bir de Liberty City'nin radyoları var ki evlere şenlik. 9 farklı radyo bulunmakta ve hepsinin yayınları birbirinden farklı. Biri rock, bir pop, biri rap yayını yaparken diğerinde talk-show dinleyebiliyorsunuz. Reklamlar, dinleyiciler ile yapılan bağlantılar hepsi oyunun atmosferini bütünlüyor. Düşünsenize, bankayı soyan adamları polisten kaçırırken arka planda atmosfere uygun "dum tıs dum tıs" bir müziği çaldığınızı... Bir de, GTA3'te GTA2'den farklı olarak radyo kanallarını istediğiniz arabada değiştirebiliyorsunuz. Hangi müzik türünden hoşlanıyorsanız; artık size kalmış...

Area 51

İnsanoğlu var olduğu süre boyunca korku içinde yaşamaya mahkum geçirmiştir yüzyıllarını. Çok uzun yıllar öncesinden gelmiş olan bir alışkanlık olsa gerek, en fazla da bilinmeyene karşı merakla karışık bir korku duymuştur. Uzaylılar da böyle bir kavram, çoğu filmde ve kitapta uzaylılar genel olarak insanlar üzerinde deneyler yapacak kadar gelişmiş ve cani veya tam tersi olarak bir insanı çiğ çiğ yiyebilecek kadar ilkel olarak gösterilmiştir. Area 51'de hangi türden uzaylılar mı var? İnsanlar üzerinde deneyler yaparken bir yandan da onu yiyebilecek türden uzaylılar...

Area 51'de, yani 51. bölgede, günümüzde Amerika'nın yüksek teknolojiye sahip savaş oyuncaklarının yapıldığı bilinse de, bir diğer görüş Roswell'den bu yana Amerika'nın uzaylılar üzerinde orada deneyler yaptığı ve teknolojilerini çaldığı. Oyun'da X-files, Evolution gibi ünlü "uzaylı" film ve dizilerinden hatırlayacağımız David Duchovny'nin seslendirdiği Teğmen Nick Cross'u canlandırıyoruz. David Duchovny daha çok Nick Cross'un bölüm sonlarında "günün panaroması"nı çıkardığı monologlarda yer almış. Bunun dışında oyun içinde sesi bize çok eşlik etmiyor. Hikaye de, Area 51'de çıkan bilinmeyen bir sorun nedeniyle oluşan kaosun (Half-Life) içerine girip (Resident Evil ilk film) kaybolan bir araştırma ekbini bulmak üzere yollanın ikinci ekipteki (kısmen Doom 3, kısmen Resident Evil 2) bir askeri canlandırıyoruz. Zamanla bunun sıradan bir karışıklık değil bir uzaylı isyanı olduğunu keşfedecek ve Amerika ile ilgili akla gelebilecek hemen hemen her komplo teorisinin (İllumunati, Telepatlar vs...) bu gizli merkezde bulunduğunu fark edeceksiniz.

Doğrusunu söylemek gerekirse oyuna başlarken ciddi şüphelerim vardı. PC sürümünden erken çıkan X-box versiyonunun pek çok oyuncuyu canından bezdirdiğini duymuş, bunun sonucunda da oyunla ilgili büyük beklentilerimi rafa kaldırma kararı almıştım. Oyunu oynamaya başladıktan sonra bu endişelerimin yersiz olduğunu anladım; oynamaya başladığınız ilk andan itibaren Area 51'in üzerinde büyük emekler verilen bir oyun olduğunu anlıyorsunuz. Etrafınızda askerler sizden ilgisiz olarak etrafta günlük işleriyle ilgileniyorlar, bazıları oluşan karışıklığı temizlemeye çalışırken, birkaç asker de yaklaşan seslerden dolayı olsa gerek huzursuzca atış talimi yapıyorlar. Ve çevreyi gezmeyi bitirdikten sonra ilk görevimizi alıyoruz ve oyun başlıyor...

Oyuna ilk olarak bir takım ile başlasak da, zamanla bu üyeler teker teker öldürülüyor ve tek başınıza kalıyorsunuz. Derken çıkan bu isyanın basit bir kaza sonucu değil, illimunati topluluğuna kadar uzanan derin bir komplonun parçası olduğunu fark ediyoruz. Zaten sanırım Area 51 adı duyup da sayısız komplo ile karşılaşmamak komik olurdu. Tabii sadece önümüze çıkan uzaylıları kurşun yağmuruna tutarak ilerleseydik de oldukça saçma olurdu. Oyunun ilerleyen bölümlerinde Cross ısırılıyor (neden sağ bırakıldığı hakkında bir bilgi yok) ve yarı-uzaylı yarı-insan bir varlığa dönüşüyor. Bana göre bu oyunun en eğlenceli yeri olmuş, mutasyona uğramış haldeyken düşmanlarımızı tek vuruşta duvarlara çarpabiliyor ve insan halindeyken görülemeyecek detayları görebiliyoruz. Anlamsız çatışmalarda saklanacak siper aramak yerine aralarına girip hepsini yerden yere vurmak bambaşka bir zevk doğrusu.

Söylemem gerekir ki bu oyunun bir X-box çevirisi olduğu her halinden belli oluyor. Gerek kontroller gerekse grafikler bakımından oyun çağının oldukça gerisinden geliyor. Ama bunun da avantajları yok sayılmaz; sistem gereksinimleri benzer oyunlara göre oldukça düşük ve bunun yanında oyun türdeşlerine göre kesinlikle daha kolay. Grafiklerde konsol versiyonuna göre kısmı iyileşmeler (daha kaliteli kaplamalar, ve birkaç ek efekt) olsa da, günümüz oyunlarıyla yarışabilecek seviyede değil. Buna rağmen oyunun atmosferi oldukça ürkütücü ve sürükleyici. Oyunu oynadığınız süre boyunca, her an arkanızdan sizi ısırmaya hazır bir düşman veya bir asker bekler durumda oluyorsunuz. Grafikler olmasa da bölüm tasarımları hayli başarılı, sırf gizli belgeleri bulmak için bile küçük akrobasi numaraları yapmak ve basit bilmeceleri çözmek gerekiyor.

X-Men Legends II: Rise of Apocalypse

X-Adamlar hakkında farklı bir giriş yapmak istiyorum. Fakat bunun pek de mümkün olabileceğini düşünmüyorum. Çünkü onlar hakkında bugüne kadar neler yazılıp çizilmedi ki? Dünyanın belki en popüler kahramanları hakkında ne filmler, ne oyunlar geldi geçti. Son on yılda X-men'in popülaritesi Türkiye'de bir hayli artmış olsa da, onların tam 42 yıllık bir geçmişi var. Evet, bence de "Vaayy be". Bundan yaklaşık 42 yıl önce Jack KIRBY ve Stan LEE ( kendisini bilin bakalım nereden hatırlıyoruz?) tarafından yaratıldı onlar. Şuan bile X-men kendi özünden bir şey kaybetmeden, çizgi roman okurlarının gönüllerinde taht kurmaya devam ediyor... Bence böyle bir başarıya imza atmak her yiğidin harcı değil. Bu yüzden buradan Lee ve Kirby ustaları kutluyoruz. Ama ne yazık ki benim bildiğim kadarıyla güzel Türkiye'miz onların maceralarıyla piyasaya çıkışından 36 yıl sonra tanışabildi. Bu yüzden güzel Türkiye'mizdeki yayıncıları da buradan kutluyoruz :) Şimdi gelin size bilmişlik taslayıp onların geçmişinden bahsedeyim.

Var mı sizin gibisi?

Dünya onlarla ilk kez 1963 Eylül'ünde tanıştı. Avangers çizgi romanının bir sayısında boy gösteren kahramanlarımız, kısa sürede sevildi ve okuyucular tarafından benimsendi. Daha sonra kendi çizgi roman serisinin yapılmasına karar verildi. İsmi, Marvel'in kurucularından olan Stan LEE'ye göre "Mutant" olmalıydı. Fakat daha sonra Jim LEE'nin önerisiyle "X-men" daha bir karizmatik bulundu ve adının öyle olmasına karar verildi. Ayrıca X-men'le birlikte yine bir ilke imza atıldı. Yazar Jack KIRBY ve Jim LEE'nin öncülüğünde çizgi romanlar artık tek sayılık yerine uzun hikayeler devam edecekti. Yani X-men piyasaya ilklerle çıktı. Okuyucu da zaten eski tarzdan sıkılmış olduğu için, bu yeni komplike tarzı benimsedi ve X-men günümüze kadar ulaşan bir efsane haline geldi. Şimdi de biraz X-men'in kendi geçmişinden bahsedeyim...

Diablo'yu özleyenlere...

İlk X-men ekibi, Prof. Charles Xavier tarafından kurulmuştur. Kendisinin aynı zamanda bir mutant araştırmacısı olduğu pek çok kimse tarafından bilinmemektedir. Aslında kendisi de bir mutanttır. Hatta dünyanın en güçlü mutantları arasındadır. Yeteneği üst düzeyde telepatik-telekinetik güçlerdir. Hayatını mutantlar ve insanların barış içinde yaşayabilmesi için çalışarak geçirmiştir. Mutantlar ve insanlar arasında anlaşmazlıklar çıkabileceğini çok önceden fark etmiş, bunun için önlemler almıştır. Prof. X için ilk tehditi üvey kardeşi olan Cain Marko oluşturmuştur. Cain Marko daha sonra X-men'in en azılı düşmanlarından biri haline gelecek olan Juggernaut'tur.

Prof. X yetenekli gençler okulunu kurarken Cerebro'nun kendisine çok yardımı dokunmuştur. Cerebro herkesin bildiği üzere Prof. X'in güçlerini inanılmaz derecelere yükselten bir alettir. Prof. X Cerebro sayesinde okuluna alacağı öğrencileri belirlemektedir. İlk grup olan X-men'deki beş kişiye bu sayede ulaşmıştır. Prof. X onları eğitmiş, suçla savaşabilecek birer kahraman haline getirmiştir. Bu beş kişi bu günkü orijinal X-men olarak anılmaktadır. Daha sonra birçok kişinin katılımıyla X-factor ve X-force takımları da kurulmuştur. Hemen ardından X-men, Mavi Vuruş Gücü ve Altın Vuruş Gücü alarak ikiye ayrılmıştır. Ayrılmış olmalarına rağmen birçok macerada X-men tek bir takım olarak mücadele etmiştir.

Herkes kahraman olmak ister

Çizgi roman tarihinin en ünlü grubu ikinci kez karşımızda. X-men Legends bundan yaklaşık bir yıl önce piyasaya çıktığında büyük bir hayran kitlesi edinmiş, hatta geçen senenin en iyi RPG'leri arasında gösterilmişti. Hemen hemen her şeyi tam olan oyunun tek bir eksisi vardı, o da PC'ye çıkmaması. Birçok konsol oyuncusu oyunun keyfini çıkarırken, PC'ciler ise onlara imrenerek bakmak zorunda kaldı. Sonra X-men Legends'ın devamının yapıldığı haberi açıklandı. Oyun ayrıca PC için de çıkacaktı. Herkes nefeslerini tuttu ve oyunun piyasaya çıkacağı günü beklemeye başladı. Sonunda oyuna kavuştuk. Şükürler olsun :)

Oyunun konusu ise kısaca şöyle; X-men'in en eski düşmanlarından biri olan Apocalypse ortaya çıkıyor ve cümbüş başlıyor. Kendisi ilk mutant olup, ölümsüzlük özelliğine sahiptir. 5000 yıl önce Mısır'da doğmuştur ve dediğim gibi en azılı düşmanlardan biridir. Tabiî ki oyunun konusu bu kadar yüzeysel değil. Oyun boyunca birçok karakterle etkileşime girip, tanıdık düşmanlarla karşılaşıyoruz. Ben konudan çok bahsedip, oyunun tadını pek kaçırmak istemiyorum. Eminim oynarken sizin keşfetmeniz daha keyifli olacaktır. Ama oyunun konusu temel olarak bu.

Spiderman 3

Dostane komşumuz Spider-Man beyaz perdeye üçüncü kez ağını attı. Tabi ki filmine eş zamanlı olarak oyunu da bizlerle birlikte. Filmi pekiyi olmasa da

oyun, güzel şeyler vaat ediyor. Kendisini bol, bol filmlerde de gördüğümüz Stan Lee tarafından yaratılan karakterimiz, dünyaya çok az çizgi roman kahramana nasip olmuş bir şeyi başardı. İlk olarak 1962 yılında, Amazing Fantasy adlı farklı kahramanları anlatan bir çizgi romanın 15. sayısında, dünyaya kendini tanıttı. O zamandan beri, dünya çapında büyük fan bir kitlesine sahip. Çok az kahramana nasip olan özelliği ise, her nesilden çocukları kendine bağlayabilmesi. Ufak bir çocukken, babamdan, gizli olarak o zamanlar siyah beyaz çıkan, Örümcek Adam çizgi romanlarını alıp okurdum. O zamanlar, Spider-Man adına en fazla bu ve birkaç ufak promosyon malzemesi bulunabiliyordu. Şimdi ise �Duvar Tırmanıcı� dostumuzun, kalemden, çoraba kadar her şeyin üzerinde resimleri var. Kıyafetleri bile makul fiyatlar da denilebilir. Örümcek Adam eğitim merkezi, açılsa şaşırmayacağım...

Spider-Man�i bu kadar popüler yapan şey nedir diye sorarsak eğer, birçok kahramanın aksine hedef kitlesine müthiş uyuyor. Öncellikle genç, normal hayatında sıradan, taktığı maske sayesinde bir sembol ve insanlar kendini onun yerine koyabiliyor. Kimse kendini kolay, kolay Superman olarak düşünemez sanırım. Birçok süper kahramanın aksine, ailesi ve onlara karşı bir bağı var. Kendi hayatını kurmak için uğraşıyor. Diğer kahramanlar gibi nereden geldiği belli olmayan para kaynaklarına sahip değil. Hemen hepimiz gibi, parasını kendi kazanıyor. Hatta bunun için kullandığı yöntem çok eğlenceli. Son yıllarca, özellikle �Civil War� adlı seride, canlı yayında gerçek kimliğini açıklaması gibi, karakteri zedeleyen ve orijinalliğini bozan şeyler yaşanmış olsa da. Hala çizgi roman dünyası için önemli bir karakter. Hakkında yazılacak çok fazla şey var, sırf hayatının gidişatı, klonlanması gibi maceraları için bile sayfalarca yazılabilir. Hemen korkmayın canım, bunları yazmayacağım, ama oyunla ilgili yorumları okumak için biraz daha sabretmeniz lazım...

Şimdiye kadar dünya üzerinde çıkmış her konsol için en azından bir tane Spider-Man oyunu yapıldı. Zamanın efsane konsol halk dilindeki adıyla �Kara Kutu� ya da �Ateri� deki, bir gökdelenin tepesine çıkmaya çalıştığımız ilk Spider-Man oyununu oynayanlar, yenileriyle karşılaştırıp, oyun sektöründeki evrimi bile görebilirler. Diğer kahramanların aksine, Spider-Man PC�lere vefalı davranan birisi. Yakın dönemde piyasaya sürülen tüm örümcek oyunları, PC�ye de çıktı. Bunları, kısaca hatırlatmak gerekirse�

Bizi ağına düşüren oyunlar

İlk olarak 2001 yılında, çizgi romanı baz alan bir Spider-Man oyunu ekranlarımızı süsledi. Zamanına göre gayet iyi bir aksiyon oyunuydu, ancak fazla renkliydi. Human Torch, Black Cat ve Venom gibi çizgi roman karakterleriyle karşılaşıyorduk. Aslında Peter�ın hayatında etkili olan hemen her kişi bu oyunda karşımıza bir şekilde çıkıyordu. Duvarlarda yürümek ve ağlarımızla oradan oraya sallanmak, en önemlisi Venom ile yarışmak müthiş zevkliydi. Değişilik kostüm seçenekleriyle birlikte iyi bir deneyimdi. Bir yıl sonra ise, ilk Spider-Man filminin gösterime girmesiyle birlikte yeni bir oyun daha geldi. Temel konu olarak ilk filmin konusuna odaklanmıştı, Spidy�i ve Peter Parker�ı Toby Macquire seslendiriyordu. Zamanına göre biraz abartı bir sistem istese de, başarılı bir oyundu. Çizgi romandaki düşmanların biraz modernize edilmiş halleriyle savaşıyorduk. Diğer Spider-Man oyununa göre, daha özgür ve iyi bir oynanışa sahipti. Şehrin detayları göz dolduruyordu. Ayrıca hava da süzülme zevkini de az çok vermişlerdi. Tek kusuru, ağlarımızın, bina yerine, gökyüzüne yapışıyor olmasıydı. Örümcek ağlarının aktif bir kullanımı yoktu. 2004 yılında, serinin ikinci filmiyle birlikte, oyunu da piyasaya sürüldü. Bu oyun PC kullanıcıları için tam bir felaket olmuştu. İlk oyundaki gibi bir oynanış ve daha iyi bir oyun bekleyenler, hayal kırıklığıyla karşılaştı. Yapımcılar PC versiyonunu konsollardan farklı yapmaya çalışmıştı. Ancak işin altında kalkamamışlardı. Mouse ağırlıklı interaktif bir oynanış hedefleyen yapımcılar, daha çok kalas ya da kütükçe bir oynanış tarzı geliştirmişlerdi. Ancak yaşça küçük olan oyuncuları tatmin edecek bir yapısı vardı. Mouse ile belirli noktalara nişan alıp, Manhattan şehrinde sözde özgürce dolaşıyorduk. Hiçbir çevikliği olmaya Spider-Man harmandalı oynar gibi hareketlerle, gök delenlerin arasında dolaşıyordu. Bu oyun yüzünden gerilen bünyelere 2005 yılında ilaç gibi Ultimate Spider-Man oyunu geldi. Çizgi romansal grafikleri ve özgürlükçü bir oynanış stiline sahipti. Her ne kadar ülkemizde pek bilinmeyen Ultimate evreninde geçtiği için, herkese hitap etmese, gayet güzel bir aksiyon oyunuydu. Hem Spider-Man hem de Venom�u oynayabiliyorduk. Tüm bu oyunlar içerisinde ilk kez, gökyüzünde süzülüyormuş, hızlıca gökdelenler arasında dolaşıyormuş hissine kapılıyorduk. Oyunun kusurları çoktu, ama herkesin aklındaki Spider-Man tarzı da hemen, hemen buydu. İstersek, etrafta dolanırken, şehirde çıkan olayları hallediyorduk, istersek de, ana hikayeye devam ediyorduk.
Evet, şimdi sıra esas konumuz geldi. Spider-Man 3, kendinden önce gelen tüm oyunların karışımı. Ultimate Spider-Man�deki özgürlük, Spider-Man 2�deki interaktiflik ve Spider-Man 1�deki oynanış. Hemen söylemek istiyorum ki, bir aksiyon oyunu için fazlasıyla yüksek bir sistem istiyor. Ne yazık bu yönüyle, birçok orta düzey PC oyunsunun canını yakacak. Yeni Nesil konsolların grafiklerini kullandığı için, böyle bir durum ortaya çıkmış.

Robin Hood: The Legend of Sherwood









Bazen siteden yeni çıkan oyunara bakıyorum, kendime bir oyun seçiyorum ve "işte bunu yazabilirim" diyorum kendime; oyunu alıyorum, oynuyorum, yazıyı yazıyorum ve yazıyı tam göndereceğim, siteyi açıyorum o da nesi? Murat arkadaşımız oyunu çoktan yazmış bile..! Bu olaylar bir elin parmaklarını geçmeye başlayınca ben de artık ne olursa olsun iki tanıtım olur düşüncesiyle Robin Hood: The Legend of Sherwood'u yazmaya karar verim. Ha, bu arada, burada sorun Murat'la aynı oyunları seçmemiz değil tabi ki sadece onun yazmaktaki eşsiz perfonmansı, kendisini buradan gene tebrik ediyorum ve yazıma geçiyorum...

Robin Hood deyince 90'ların gençliğinin aklına gelen ilk kişi doğal olarak Kevin Costner'dır. Hepimizin tanıdığı masal kahramanı Robin Hood, Costner'ın filmi sayesinde yeniden hayatımıza girmiş, film, hem gişede iyi bir hasılata imza atmış, hem de Costner'a büyük bir sükse kazandırmıştı. Lakin izlediğimiz o filmin konusunun gerçek Robin Hood efsanesine pek de yakın olduğunu sölemek zordu. Hikaye daha çok izleyiciye ulaşmak amacıyla biraz (!) değiştirilmiş; onların deyimiyle geliştirilmişti. Yani "Hollywood"laştırılmıştı. Bana sorarsanız gerçek Robin Hood efsanesini anlatan en başarılı film 1950'lerde çekilmiş ve hikayeye eksiksiz şekilde sadık kalınarak yapılan filmdir. (Bu filmi hala gecenin geç saatlerinde izleme şansınız oluyor. CNBC-E ve Star 2'ye dikkat edin)

İşte şu an size tanıtacağım oyun gerçek hikayeye tamamen uyularak yapıldığı için ben bu oyunu 50'lerde çekilen filmin oyunu olarak görüyorum. Filmi izleme şansınız olursa bunu siz de anlayacaksınız. Karakterler, kıyafetler ve ortam tamaman aynı gibi, yani her şey efsane gibi. Zaten giriş demosunda da bunu göreceksiziniz; gerçek Robin ele avuca sığmaz, sadece eğlence olsun diye şerifin bir tabur askerini arkasında koşturucak biri, Costner gibi karizma çizilmesin diye atlayıp zıplayan biri değil. Neyse, fazla uzatmadan oyuna geçeyim...

Hikayemiz zamanın İngiltere kralı Aslan Yürekli Richard'ın kara Avrupasında kurulan haçlı ordusuna katılması ve Kudüs'e doğru haraket etmesiyle başlıyor. Aradan uzun bir süre geçtiktan sonra Richard'ın esir düştüğü ya da öldüğü söylentileri tüm ülkede doşlaşmaya başlıyor. Bunu fırsat bilen Notthingam şerifi halka zulm etmeye, daha fazla vergi almaya başlıyor. Tam bu sırada yurduna geri dönen genç bir savaşçı Notthingam şerifinin, babasının dolayısıyla kendisini olan bütün toprak ve mallara el koyduğunu, İngiltere kralı olabilmek için eski yavuklusu Prensesle zorla evleneceğini görür ve şerife karşı isyan bayrağını açar.

Daha sonra genç adamın şerifle mücadelesi kulaktan kulağa dolaşacak ve sığınak olarak kullandığı Sherwood ormanlarına onunla savaşmak için bir çok kişi gelecektir. İşte biz hikayenin tam burasında oyuna başlıyoruz ve Robin Hood'un şerifle olan mücadelesini yönetiyoruz.

Oyun Desparados'u yapan oyun grubu tarafından yapıldığı için doğal olarak karşılaştırmalarım ona göre olacak. Herkezin merakla, hatta artık sinir krizleri halinde Commandos 2'yi beklediği bir zamanda Desparados ilaç gibi gelmiş ve bir anda yılın en iyi oyunlarından biri olmuştu. Daha sonra Commandos 2 çıktığında söylenenler boşuna değildi, çünkü bir çok yönden (bana göre her yönden) Desparados, Commandos 2'den daha iyi bir oyun.

Şimdi ilk oyunlarıyla bu kadar büyük bir başarı yakalayan bir grubun haliyle ikinci oyunundan da çok şey bekleniyor. İşte bu stresle yapılmış bir oyun gibi geliyor bana Robin Hood. "Ya eski oyun kadar başarılı olamazsak" korkusu oyunda bir çok şeyi etkilemiş
; bakalım neleri etkilemiş?

1 Ocak 2009 Perşembe

Max Payne 2: The Fall of Max Payne


Uzun reklamların ve bekleyişin ardından, Max Payne kardeşimiz aramıza geri döndü. İlk sitesi ve o hatuna sarıldığını gösteren afişi çıktığından beri fena halde merak ediyordum bu oyunu. Sonunda geldi ve ben de direk olaya girdim. Oyuna başlamadan önce biraz forumlarda dolaşmıştım, oyun hakkında genel görüşler iyiydi. Tek sorun oyunun kısa sürmesiydi. Ben oyunun ortalarındayım. Sanmıyorum oyunun çok kısa olduğunu. Sinematikler ile birlikte, yeterli uzunlukta bir oyun gibi duruyor. Herneyse..

Oyun 2 CD ile geliyor. Giriş demosu sadece logolardan ibaret. Grafik ayarlarını yapmak için detaylarla uğraşmak yerine, alttaki otomatik ayarları kullanabilirsiniz. Orta düzey grafikler her makinede rahatça çalıştırıyor oyunu. Buna daha sonra değineceğiz.

Oyunun menüsü eski menü ile aynı. Bu menüde ilk dikkat çeken şey, ilk oyunda neler olup bitmiş onları kısaca anlatan bölüm. Son zamanlarda TV dizilerinde de başta özet gösterilir oldu. Bu oyun da bu modaya uymuş, aslında fena da olmamış. O kadar oyundan sonra, ilk MP'de neler olmuştu hatırlamıyordum. Karısı ve çocuğu öldürülmüştü, eleman da oyunun sonunda tutuklanmıştı diye hatırlıyorum. Zaten olan biten size çizgi roman şeklinde hatırlatılıyor. Diğer ayarları da yapıp direk oyuna giriyorsunuz.

Oyunun başı oldukça hızlı ve güzel efektlerle başlıyor. İlk oyunda hep çizgi roman tarzında olaylar anlatılıyordu ama bu sefer oyun motorunu kullanarak da birşeyler anlatılıyor. Sinematikler oldukça kaliteli, kullanılan kamera açıları da olaya renk katıyor. Ben konudan bahsetmek istemiyorum. Sadece hastanede uyandığınızı ve beyninizin hasar gördüğünü, halisilasyon gördüğünüzü ve aslında herşeyin daha yeni başladığını söylemek zorundayım. Gerisini öğrenmek size kalmış..

Oyunun kontrolleri ilk oyun ile aynı. ilk oyunu oynamamış olsanız bile kontrollere alışmak hiç zor değil. 3 tuşlu mouse kullanıyorsanız, ateş, alternatif ateş ve bullet time kullanımı mouse'dan yapılabiliyor. Yoksa, klavyeden de halledebiliyorsunuz. Kontrollerin kolay olmasıyla oyunun zorluğu da aşağılara düşüyor. İlk bölümler zaten çok kolay. Bu sefer fazla aksiyona yer verilmemiş. Bazen bütün bölüm boyunca etrafta dolaşıp birileriyle konuşuyorsunuz. Genelde bunun sonu kötü bitiyor ve saldırıya uğruyorsunuz ama yine de ilk oyuna göre daha az aksiyon var. Bu kötü birşey değil, neredeyse film kalitesinde bir senaryoyu kontrol etmek sizin elinizde. Buna sevinmelisiniz.

Oyundaki detaylar bu sefer göz kamaştırıyor. Bu gibi detaylarla ilk defa Duke Nukem oyununda rastlamıştım seneler önce. Oyun bir FPS idi ve nereye ateş ederseniz edin zarar verebiliyordunuz. Bu oyunda da her cisim hareket edebiliyor ve her yere zarar verebiliyorsunuz. Bir odada dolaşırken kutulara çarptığınız zaman tamamen gerçeğe yakın yere düşüyorlar. Şişelere veya çöp tenekelerine çarptığınızda çok gerçekçi hareket ediyorlar. Böyle detaylara dikkat edilmesi müthiş olmuş. Hatta bir detay var ki, acaip hoşuma gitti. Polis merkezinde dolaşırken, bir odaya girdim. Orada 2 polis televizyon izliyordu. Ben de gittim telvizyonu kapattım, bir baktım koltukta oturan adam uzaktan kumanda ile açtı televizyonu yeniden. Birkaç kez denedim, lafı yedim gittim :) Bu çok hoşuma gitti, 10 dakikamı o odada harcadım :) Oyunda böyle detaylara çok rastlayacaksınız, benden söylemesi.

Görevler genelde zor gibi görünse de, kısa kısa parçalardan oluştuğundan ve devamlı sinematiklerle kesildiğinden çok zevkli bir hal alıyor. Dış mekanlardan çok oyun iç mekanlarda geçiyor. Bazen camlardan çıkıp binaların etrafındaki tahtalarda hoplaya zıplaya dolaşıyorlar. Benim favori bölümümü sorarsanız, daha oyunu bitirmedim ama, rüya bölümü oldukça güzeldi. İlk bölümlerden olan bu bölümde çok eğlendim ve 2 kere oynadım diyebilirim. Müzikleriyle, efektleriyle süper bir bölümdü.
Oyun İncelemesi © 2008. Template Design by SkinCorner