31 Aralık 2008 Çarşamba

GTA IV

rand Theft Auto serisi şüphesiz oyun dünyasının en önemli serilerinden birisidir. Rockstar, GTA serisinin her yeni versiyonu ile oyuncuları kendine aşık etmeyi bilir ve oyun dünyasını sarsar. Yeni nesil oyunlar piyasayı kasıp kavururken Rockstar takımı hala stüdyoya kapanmış, Grand Theft Auto serisinin dördüncü bölümüne çalışıyorlardı. Yapım aşamasının çok uzun sürmesi Rockstar'ın çok güzel ve eksiksiz bir oyun çıkarmak istemesiydi. Sonunda bekleme bitti ve GTA IV evlerimize konuk oldu. Zaten bir çoğunuz oyun hakkında az çok bilgi edinmişsinizdir ve ne kadar başarılı bir yapım olduğunu duymuşsunuzdur. Oyun hem teknik açıdan hem senaryo açısından çok zengin bir oyun. Gelin hep beraber GTA IV'ün inanılmaz dünyasına adım atalım.

Grand Theft Auto serisinin önceki oyunlarında olduğu gibi GTA IV'de de büyük bir özgürlüğe sahibiz. Oyunda senaryoyu takip etmek dışında yapılabilecek binlerce şey bulabilirsiniz. Ne kadar özgür olduğumuzu ve yapabileceğimiz şeyleri bu yazıda uzun uzun inceleyeceğiz. Fakat ilk olarak oyunun asıl kahramanından ve senaryodan bahsedelim. Çünkü GTA IV uzun zamandır piyasaya çıkmış en güzel hikaye ve karakterlere sahip bir oyun.

Niko Bellic ve Liberty City

Niko Bellic, son derece kötü deneyimler yaşamış, hayatında bir çok suç işlemiş, adam öldürmüş, kendisinin ruhsuz birisi olduğuna inanacak derecede kana bulanmış bir geçmişe sahip bir adam. Geçmişle olan kavgası onu ülkesinden alıp Amerika'ya Liberty City'e taşıyor. Liberty City (Gerçek hayattaki New York City ile büyük benzerlikler taşıyan GTA şehri) özgürlükler ve imkanlar diyarı olarak biliniyor. Yeni bir hayata başlamak isteyen insanların şehri Liberty City. Niko Bellic'in kuzeni Roman Bellic de bu şehirde yaşıyor. Roman'ın attığı mektuplarda övüp övüp durduğu bu harikalar diyarı belki yeni bir başlangıç olacak. Fakat Niko, Liberty City'ye sadece yeni bir başlangıç için gelmiyor. Bazı planları var. Görülecek bazı hesapları var. Niko Bellic gemiye atlıyor ve soluğu Liberty City'de alıyor.

Fakat Liberty City ne bir cennet ne de Roman'ın anlattığı gibi bir hayal dünyası. Dünyanın her yerinde olduğu gibi burada da ölüm her köşe başında insanın karşısına çıkabiliyor. (Gerçek hayatta New York'daki suç oranı tabii ki bu kadar yüksek değil. Fakat oyunu bir film havasında yaşamamız ve daha heyecanlı olması adına olaylar abartılmış. Zaten aksi halde ortaya bu kadar zevkli bir oyun çıkmazdı.) Bu kozmopolitik şehiri, uyuşturucu satıcıları, katiller ve mafya günlük yaşamın içerisinde bir örümcek ağı gibi sarmışlar. Roman da aslında mektuplarında anlattığı gibi saraylık bir yaşam sürmüyor. Niko daha ilk günden aslında hiç bir şeyin güllük gülistanlık olmadığını anlıyor. Taksi servisi yapan ve küçük bir stüdyoda yaşayan Roman ile birlikte Liberty City macerasına adım atıyor.

Oyun, Niko'nun Roman'la birlikte çevre edinmeye başlaması ve para için yasa dışı işlere girmesi ile başlıyor. Oyun boyunca bir çok değişik karakterle karşılaşıyoruz. Bu karakterlerin rolleri küçük veya senaryoyu değiştirecek kadar büyük olabiliyor. Karşılaştığımız karakterlerin çoğu ile samimiyet seviyemizi kendimiz ayarlıyoruz. Davranışlarımız diğer karakterlerin tavırlarını etkiliyor. Oyunun bu sosyal kısmı çok güzel yapılmış ve oyuncuya büyük bir özgürlük hissi verecek şekilde hazırlanmış. Sosyal yaşam hakkında daha sonra uzun uzun konuşacağız.

Senaryo görevler şeklinde oluşuyor. Bir görevi bitirdiğinizde başka görev açılıyor. Bazı görevler bir kaç görevin bitmesinden sonra açılıyor. Oyunda 4 tip görev alabiliyorsunuz diyebiliriz. Birincil görevler direk oyunun öyküsünü oluşturan görevler. Bunları haritada ikon olarak görebiliyoruz. İkincil görevler oyunda tanıştığınız karakterlerin vereceği görevler serisi. İkincil görevleri de haritada ikon olarak görüyoruz.

Ekstra olarak alabileceğiniz random görevler ise haritada gözükmüyorlar. Bazen bir görevden sonra konuyla alakalı bir kişi oyuna dahil oluyor. Bu kişiler sadece yakınlarından geçtiğiniz zaman mavi adam ikonu olarak haritada gözüküyorlar. Aksi halde bu görevleri göremiyorsunuz. Yani random görevler için bu kişilerin Liberity City'de bulundukları bölgerleri -biraz da şans ile- bulmanız gerekiyor.

Son olarak da arkadaşlarınızdan alabileceğiniz, para kazanma görevleri var. Her karakter size para karşılığında bazı işler yaptırmak istiyor. Random ve arkadaş görevleri hikayayi direk etkilemiyorlar. Eğer oyunu % 100 bitirmek istiyorsanız bu görevler için de uğraşabilirsiniz.

Liberty City daha önce bahsettiğim gibi New York City ile büyük benzerlikler taşıyan bir şehir. Oyunda 4 büyük ve bir kaçak küçük ada var. Büyük adalar köprülerle birbirlerine bağlılar. Küçük adalara ise teknelerle ulaşmak mümkün. Liberty City'de yaşayan insanların etnik kökenleri bile New York City ile benzerlik gösteriyor. Ruslar, Broker (Brooklyn) ve Dukes'de (Queens) daha çok karşımıza çıkarken, siyah ve Latin Amerikalılar kuzey Algonquin (Manhattan) ve Bohan'da (Bronx) daha çok karşımıza çıkıyor. Oyundaki karakterler gerçekten şehrin kültür yelpazesini gözler önüne seriyor. Değişik din ve ırklardan insanlar oyunda kendilerine has aksanları ve yaşam tarzlarıyla rol alıyorlar.



Liberty City'nin suç oranı ile doğru orantılı büyüklükte bir polis departmanı var. LCPD (Liberty City Police Department) şehrin her yerinde görev yapıyor ve olaylara anında müdahele ediyor. Polisler kendi aralarında telsizlerle kominikasyon sağlayıp olayın büyüklüğüne göre yardım istiyorlar. Ayrıca suçun büyüklüğüne göre tavırları da dikkat çekici. Bir polisin yakınında bir araba kazası yapsanız belki başınız belaya girmiyor ama elinizde beyzbol sopasıyla birisine saldırsanız hemen olaya müdehale ediyor. Eğer silah çıkarırsanız hemen yardım çağırıyor ve sonra silahınızı bırakmanız için size uyarıda bulunuyor. Ayrıca güvenlik güçleri ciddi durumlarda helikopterlerle havadan veya botlarla denizden yardım da yapabiliyor.

Liberty City gerçekten yaşayan bir şehir. Sokaklarda yürüyen insanlar değişik davranışlara sahipler ve olaylara tepki veriyorlar. Bir silah sesi ile insanlar kaçıyor, cep telefonlarından polis arıyorlar. Birisi yaralandığında yardım edenler, ambulans çağıranlar, ilgilenmeyip olay yerinden uzaklaşanlar var. Bir trafik kazası yaptığınızda diğer araçtaki şöför belaya bulaşmamak için uzaklaşabilir de arabasından inip size bağırabilir de. Oyunda bazen öyle şeyler oluyor ki, şaşırmamak elde değil. Hatta bir keresinde bir arabanın sürücüsünü indirip arabasını çalıyordum ve adam sivil polis çıktı hemen silahına sarılıp bana ateş etmeye başladı.

Dead Space

zun zamandır yapmadığım bir şeyi yapayım şöyle koltuğumun arkasına yaslanayım, ışıkları söndürüp, sesi de açtım mı tamamdır.. 'ama bir dakika ya oyun!' evet korkmam için atmosferi kıvamına getirebilirdim fakat bu ortamda oynayabileceğim bir oyun uzun zamandır çıkmış mıydı? En son zevkle ve korkarak oynadığım aklımda kalan son oyun F.E.A.R.'dı. En azından türe saygı duyacağım nitelikte ve korku atmosferini çok iyi yansıtan bir oyundu. Sonrasında çıkan oyunlar beni korkutmaktan çok ama çok uzaktılar. Peki 'EA'dan bu zamana kadar çıkan en korkunç atmosfere sahip oyun geliyor' haberleri beni neden heyecanlandırmıştı, sanırım cevabını verdim.
EA'nın oyunu duyurmasından ve EA Redwood Shores'un oyunu tamamlamasından bu yana meraklı bir bekleyiş sona ermiş, saat 02:00 sularında diski yükleyip oyuna başlamış bulunuyordum...

Oyunumuzda Isaac Clarke (ünlü bilim kurgu yazarı Isaac Asimov ve Arthur C. Clarke'dan etkilenilmiş) adındaki uzay mühendisinin Concordance Extraction Corporation (C.E.C.) adına galaksiler arası yaşam formları araştırması yapan USG Ishimura ana gemisi tarafından yardıma çağrılmasını konu alıyor. Bu noktada damdan düşer gibi oyuna başlamak ve hikayeye bir haber kalmak istemiyorsanız, bu noktaya nasıl gelindiğini anlatan Dead Space: Downfall animesini de şiddetle izlemenizi tavsiye ederim. Ishimura, araştırmaları çerçevesinde uzayda yasak bir bölgede üzerinde semboller olan ilginç bir yapı keşfeder. Bulduğu bu yapıyı gezegende bir çatlak oluşturarak gemiye alır ve merkeze dönmeye karar verirler. Ishimura'nın gezegenden aldıkları yapı bir tür yabancı formu da serbest bırakır. Bu yaratık türü ele geçirdikleri insanları katlettikten sonra kendi yaşam formları ile birleştirip korkunç bir hal almaktadır. Bu noktada işler istenildiği gibi gitmez ve mürettebatta garip durumlar da görülmeye başlar. Şiddet ve intihar vakaları artış göstermiş Ishimura'nın kalkış serüveni de böylelikle başarısızlığa uğramıştır. Daha sonrasında Isaac Clarke ve ekibinin aldıkları yardım çağrısı ve gemilerinin de arızaya uğraması sonucu Ishimura'ya olan serüveni de başlamış bulunur.

Dead Space klasik bir hayatta kal tarzında, üçüncü görüş açısı ile oynanan bir korku-gerilim oyunu. Isaac ile oyuna başlayıp kontrolü ele aldığınızda ilk olarak dikkatinizi herhangi bir gösterge menüsü (HUD) olmadığı çekecektir. Oyunda sağlık durumunuzu üzerinizdeki kıyafetinizin arka kısmındaki fosforlu, mavi renkte RIG adını alan barlar ve disk göstergesi anlamanıza olanak sağlıyor. Silahlarınızdaki mermi durumunu ise yine üzerlerindeki dijital gösterge görmenizi sağlıyor. Bu barlar kırmızı seviyeye düştüğünde anlamanız gereken ölmeye yakın olduğunuzdur. Disk şeklinde yer alan diğer kısım ise sizin fiziksel yeteneklerinizi kullanım esnasındaki enerji kaybınızı gösterecek.

Ninja Gaiden II

ırf bu oyun için PlayStation 2'nin yanına bir de Xbox almayı düşünmüştüm. Ancak şartlar gereği bu mümkün olmamıştı ve Ninja Gaiden'ı ancak incelemelerle, videolarla yaşama imkanım olmuştu. O nasıl bir grafikti? O nasıl bir karizmaydı ve o nasıl bir zorluktu... Evet, belki bizde God of War vardı, (ki kesinlikle hayatımın en önemli 2-3 oyun serisinden biridir) ancak bu oyunu da bir şekilde tatmalıydım ve bu kez yeni nesiller çıktıktan bir sene sonra almayı tercih ettiğim konsol Xbox 360 oldu. Hem Xbox Live için, hem Achievements olayları için, hem de Ninja Gaiden için almıştım. Aldıktan hemen sonra Temmuz 2007 gibi Ninja Gaiden Sigma çıktı. Ancak ufak bir problem vardı, hesaba katmadığım bir problem... Ve bu oyun PlayStation 3'e çıkmıştı. Artık sabrım iyice tükeniyordu. Ninja Gaiden'ın ilkini ve Ninja Gaiden Black'i Xbox'ım olmadığı için, Ninja Gaiden Sigma'yı ise PlayStation3'üm olmadığı için oynayamadıktan sonra Haziran ayı geldi, ÖSS'me girdim, rahatladım ve Ninja Gaiden 2'm çıktı. Rahat rahat oynayabilirdim artık! Ancak Xbox'umun yaşadığı bazı problemler, tatil olayları, öss tercih stresi falan derken daha da gecikiyordu benim oyunuma kavuşmam. Evet, bu oyunun incelemesinin biraz geç olmasının sebebi de bundandır. Tam oynamadan yarım yamalak yazmayayım diye şu anda inceliyorum. Zaten zamanında incelesem Trgamer'da yayınlanamayacaktı, eh burada olsun, ama geç olsun değil mi? 4 yıl sonra döndüğüm yuvamdaki 2. incelemem Ninja Gaiden 2'ye hoşgeldiniz.

Chapter 1: Sky City isimli bölümümüzle oyuna giriyoruz. Girdiğimiz gibi süper ninja'mız Ryu Hayabusa'nın üzerine düşmanlar saldırmaya başlıyor. Ne oluyor? Falan diyemeden yavaştan kontrollere alıştığımızı hissediyoruz. Evet, kontrollere alışmak zor değil, ancak pata küte giderek hiç bir yere varamıyoruz, onu belirteyim. Öncelikle şunu söyleyeyim ki; eski Ninja Gaiden'lerin meşhur "aşırı zorluk" olayı bunda yok. Aslında var da, yok. Yani yok olması için yapmamız gereken şeyler var. Strateji geliştirerek dövüşmeliyiz ilk başta. LT ile savunmamızı alıp, gerektiğinde hücuma kalkışıp, hoplayıp zıplayarak dövüşmeliyiz. Fazla aynı yerde durmak iyi değil, bir vur, bir zıpla uzaklaş şeklinde gitmek epey iyi oluyor. Tabii başlar için diyorum. Elimize daha güçlü alet edavatlar alınca, çok daha rahat haklayabiliyoruz, ama tabii düşman çeşitliliği de değişiyor giderek. Peki bizim kadar can alabilen, kısmen akıllı düşmanlarımıza karşı başka nasıl savunmalar yapabiliriz?



Puan Biriktir, bir şeyler al!

Evet, bunu yapın. Bloodrayne kadar kanlı oyunumuzda düşmanları doğradıkça ve bölümlerde ilerledikçe gelen puanlarınızı akıllıca kullanın ve sağlık, ateş büyüsü vs. alın. Ateş büyüsü şudur, elimizin altında 3 tane alev topu oluyor, hedef alıp düşmanımıza atıyoruz. Ve boss değilse, büyük ihtimalle öldürüyor. Y ve B tuşlarına aynı anda basarak hedefi alabiliyoruz. Tabii her şey oyun içinde bulunan Shop'tan satın alınmıyor. Bazı özellikler de ilerledikçe açılıyor. Özellikle Falcon's Talons isimli biz Türklerin şahin pençesi dediği tırmık gibi aletimiz düşmanlarımıza vahşet saçmakta. Yine bir süre sonra Y'ye basılı tutarak güçlü atak yapabiliyoruz. Daha uzun süre basılı tutup daha sağlam ataklar da yapabiliyoruz. Tabii düşmanlar üzerimize çullandığında o kadar vaktimiz olmuyor ve asla güçlü atağı görme imkanım olmadı. Sağlık barımızın miktarını artırmak gibi şeyler de yine yapabileceğimiz şeyler arasında.

30 Aralık 2008 Salı

FarCry 2

bisoft, FarCry'ın isim haklarını almasının ardından Montreal stüdyolarında FarCry 2'nin yapımına başlamıştı. Oyunun uzun süren video yağmurunun ardından geçtiğimiz günlerde nihayet kendisine de kavuştuk. FarCry ile birlikte FPS kavramına yeni bir soluk getiren ve Crysis ile bu türün devamına imza atan Crytek'in mirasına bakalım Ubisoft sadık kalabilmiş mi?

FarCry 2 önceki oyunun aksine birçok yeniliğin yanı sıra önceki oyundan aldıkları ile de çok konuşulacak bir oyun. O yüzden FarCry beklentilerinizi bir kenara bırakıp oyuna yeni bir oyun gözüyle yaklaşırsanız daha hoşnut olacağınızı düşünüyorum. FarCry 2, senaryoya bağlı olarak önümüzdeki düşmanları vurarak, sırayla bölüm geçerek ilerlediğimiz bir FPS oyunu değil. Hele bir FarCry ya da Crysis hiç değil. Daha önce bu türe yakın olarak STALKER'ı örnek verecek olursam, ondan RPG öğeleri daha aza indirgenmiş bir FPS oyunu olarak karşımıza çıkıyor. Tipik FPS kavramının dışına çıktığınız zamanda haliyle alışılmış oyun tarzını da bir kenara bırakmış oluyorsunuz. Aslında FarCry 2 oyuncuların yabancı kaldığı ya da bilmediği özellikleri de içermiyor. Daha önce FPS türüne RPG ögelerini ekleyen oyunların iyi yanlarını almış ve oyuna dahil etmiş. Bu noktada FarCry 2 alışılmış FPS kavramının da dışına çıktığı için hikaye ve özelliklerinden önce oyunun oynanışıyla ilgili olarak başlamak istiyorum.



FarCry 2 50 km2'lik dev bir alanda geçiyor. Afrika'nın uçsuz bucaksız atmosferinde bu büyüklükte hazırlanmış bir oyunda bir yerden bir yere gitmek kolay olmayacağı için oyunda bir GPS harita sistemi düşünülmüş. Tabi yine bu alışılmış tıkla ve yönünü bul tarzında bir GPS sistemi değil. Bir harita üstünde gideceğiniz yeri gösteren bir sistem. Oyunun en kötü kullanılmış özelliği olduğunu da bu noktada ekleyeyim. '5' tuşu ile açtığınız harita ile üzerinde gideceğini yerleri, silah dükkanlarını, kalacağınız güvenli mekanları ve arkadaşlarınızın bulunduğu yerleri görebiliyorsunuz. Harita tamamıyla ekranı kapladığı için bir yandan bakayım bir yandan gideyim olayı olmadığı için oyuncuyu bir hayli zorluyor. Bazen bulmanız gerekenleri de bu harita vasıtası ile tarayacağınız için kullanımını başarısız bulduğumu söyleyebilirim. Yine harita kullanımı esnasında Monocular dürbünü sayesinde mekanlar arasında tarama yaparak aradığınız şeylere daha çabuk ulaşabilirsiniz. Ek olarak yön bulmadaki karışıklığa kendimce şöyle bir çözüm geliştirdim, araçla ya da yayan giderken güvenli bir yer bulunur, harita açılır ve ilerlenir, uzun yerlere ulaşım için bir kaç dakika aralığıyla tekrar edilir ve gideceğimiz yer bulunur. Harita sisteminin ardından ulaşım özelliklere geçelim.

Bir yerden bir yere gitmek için kullanacağınız araçlar genelde yakınlarınızda ya da düşman güzergahlarında olabiliyor. Bulunduğunuz mekana bağlı olarak araç çeşitliliği de çeşitlilik gösteriyor. Nehir kenarında bazen bir tekne, çölde gitmenize olanak verecek cipler, paratoner, bazen de 88 model külüstür aracınız can kurtaranınız olacak. Bazen de araçsız kalıp en yakın otobüs durağına konuk olacaksınız. Oyunda araçlara çok fazla ihtiyacınız olduğu için aksiyon esnasında araçlara fazla zarar vermemeye bakın. Az hasarlı araçları da yine tamir ederek kullanılır kıvama getirmek mümkün. Oyunda ince düşünülmüş ayrıntılardan sadece bir tanesi. Oyunda ilerledikçe bu araç özelliklerini de kazandığınız elmaslar vasıtası ile silah dükkanlarında yükseltebiliyorsunuz. Oyun boyunca zaman kavramı değişiklik gösterdiği ve mekanlar arası mesafe uzun olduğu için kalabileceğiniz güvenli noktalar da düşünülmüş. GTA tutkunlarının alışık olduğu bu mekanlarda, oyunu kayıt edebiliyor, satın aldığınız silahları değiştirebiliyor ve dinlenebiliyorsunuz. Dinlenme özelliği bulunduğunuz saat dilimi içinde dinleneceğiniz saati ayarlayarak oyunun içinde olduğu saat dilimini değiştirmenizi sağlıyor.

Bazen bu görevleriniz için gerekli bazen de gece oynamak can sıkıcı bir hal aldığından gerekli bir hal alıyor. Bu esnada gerçekleşen gece gündüz zaman değişimi de çok iyi düşünülmüş. Ayrıca oyunda kullandığınız silahlarda bir süre sonra kullanılamaz hale geldiğinden, bazı silahları da etrafta bulması zor olduğundan bu güvenli mekanlar uğrak noktalarınız oluyor.

Call of Duty 5: World at War

Dünya Savaşın İçinde

all of Duty serisinin neredeyse tüm oyunları oyuncular üzerinde büyük bir etki yapmayı başarmışlardır. İlk oyunu çıktığında başından saatlerce kalkamadığımı hatırlarım. Tek kişilik bölümler bittiğinde asıl eğlence başlıyordu; Çoklu oyuncu haritaları bizi ekranın önüne hapsetmeyi başarmıştı. Hatta ilk ve ikinci oyunların haritalarını oynamaya devam eden azımsanamayacak bir oyuncu kitlesi mevcut. Dördüncü oyunda günümüzün çatışmalarının ele alınacağı duyulduğunda oyun hakkında birçok soru işareti ve oyunun kötü olacağı endişesi ortaya çıktı. Ama Infinity Ward'ın yaptığı Modern Warfare, bütün endişelerimizi asılsız çıkardı. Harika bir atmosfer ve hikayeye sahip olmasının yanında çoklu oyuncu modunda kendi türünde bir devrim yarattı ve bizi günler boyunca kendine bağladı. Beşinci oyunda tekrar 2. Dünya Savaşı'na dönüleceği duyuruldu ve bu sefer de yapımcı ise Treyach olarak belirtildi. Dürüst olmak gerekirse önceleri hiç umutlu değildik ama Call of Duty bizi tekrar yanılttı.

Açıkçası ilk bölümlerde Medal of Honor oynuyor gibi hissettim ve Call of Duty'nin kendini ne zaman göstereceğini bekledim. Bölümler ilerledikçe World at War, o atmosferi yakalamayı başardı. Tabi Medal of Honor'u da severim ama Call of Duty her zaman değişik bir havaya sahip olmuştur.

Almanlar yetmedi sıra Japonlarda

Japonlar tarafından esir alınmış halde bir Japon adasında başlıyoruz. İlk sahnede işkence sırasında bir arkadaşımız öldürülüyor ve sıra bize geldiği anda bizim tarafımızdaki askerler gelip çevredeki Japonları öldürüyor. Elimize bir silah verilmesiyle oradan uzaklaşma amacıyla adanın bir başka köşesine doğru maceraya atılıyoruz. Hikaye sırasında gelenek bozulmuyor ve iki ayrı askerin başından geçenlere onların gözünden tanık oluyoruz. Amerika tarafında Japonlara karşı ve Sovyet tarafında Almanlara karşı savaşıyoruz. Japonlara karşı oynarken umduğumun aksine çok değişik ve etkileyici sahnelerle karşılaştım. Japonların kurduğu tuzaklar ve kullandıkları yöntemler beni yeri geldikçe fazlasıyla zorlamaya yetti. Açıkçası oyuna başladığımda gerçekten kötü bir oyunla karşılaştığımı düşündüm ama oynamaya devam ettikçe oyun beni içine çekmeye başladı ve ilk başta edindiğim kötü izlenimi silmeyi başardı. Bölümlerdeki çeşitliliğin çok fazla olduğunu belirtmem gerekir. Kendimi çok değişik bölümleri oynarken buldum ve oynarken her bölümün farklı bir havası ve oynanışı olduğunu fark ettim. Atmosfer de başta beni etkilemeyi başaramadı ama o da bölümler ilerledikçe öyle bir değişiklik gösterdi ki sonunda belki de II. Dünya Savaşı oyunları arasındaki en derin atmosferle karşılaştığımı fark ettirdi. Bazı sahneler çok güzel bir şekilde oyuna yerleştirilmiş. Bilincimiz yanımıza geldiğinde ölü bulduğumuz arkadaşlarımız ya da durduk yere yapılan baskınlarda yaşananlar gerçekten çok iyi düşünülmüş. Tabi atmosferi yerle bir eden durumlar da yok değil. Örneğin yanlışlıkla dipçikle öldürdüğümüz arkadaşımızın yerine yenisi birkaç metre arkadan devam ediyor ve öldürmemiz ardından da kimse bize tepki göstermiyor. Tabi bazı durumlarda tepki alabiliyoruz ama eski Call of Duty'lerde bir arkadaşımızı öldürmemiz durumunda son kayıt noktasına geri sarıyordu ve o sırada ekranda "Sen bir hainsin!" yazısı çıkıyordu.


Oyuna başlarken karşılaştığımız sahnede arkadaşımız işkence görüyor


Bunların ötesinde ara sıra karşıma çıkan görünmez duvarlar ise bütün planlarımızı yıkmaya yetiyor. Yanda duran mitralyöze bir görünmez duvar yüzünden geçememe ya da siper almak için bir yere koşarken çat diye karşıma görünmez duvar çıkması fazlasıyla sinirimi bozmaya yetti ama oyunun akıcılığına kaptırdıkça bu hataları önemsemez oldum. Çevresel unsurlar ise fazlasıyla gerçekçi olmuş örneğin Japonya çevresinde geçen görevlerde çeşitli tapınaklar ya da Japonların yer altına kurduğu pusular ve Rus olarak oynadığımız bölümlerde çevrede votka şişeleri görmemiz, görevler için bazı yerleri bombalarken oraların parçalandığını izlemek ayrı bir keyif haline geldi. Japonya'da daha çok yeşilliklerin arasında dolaşırken Avrupa üzerinde geçen bölümlerde kasvetli ve ağır bir hava ile karşılaşıyoruz. Japonların deli gibi üzerimize süngüyle koşmaları ya da alman kurtlarının boynumuzu parçalamak için üzerimize koşması bazen aşırı derecede ürpertebiliyor. En zor seviyede oynarken iki alman kurdu yüzünden aynı yeri beş altı defa tekrarladım. Köpekler üzerimize atladığında çok kısıtlı bir zaman aralığında "v" tuşuna basarsak kurdu üzerimizden atmayı başarıyoruz.

29 Aralık 2008 Pazartesi

Need for Speed: Undercover

arış oyunu deyince belki de akla ilk gelen oyun Need For Speed serisi. Yıllar geçtikçe rakipleri arttı, artık tek rakibi Test Driver'lar değil, onun yerine Project Gotham Racing, Grid gibi çeşitli ve sağlam rakipleri var. İşin kötü yanı Need For Speed bunlara rakip olamayacak seviyelere emin adımlarla gidiyor.

Çok büyük içtenlikle söylüyorum ki, Fifa gibi bu oyunun da yeniden dirileceğine çok inanıyordum. Sonuçta çok zengin, köklü ve bizi şaşırtmaya alışık bir firma Electronic Arts. Özellikle 1 hafta öncesinde Dead Space'i oynarken, bu oyuna karşı ümitlerim daha da artmıştı, ancak işte EA bu, bir anı bir anını tutmuyor maalesef. Şimdi çok düzenli, çok geniş ve açıklayıcı bir yazı yazma hevesi içerisinde olmama karşın oyunda geçen saatlerim ve yıpranan sinirlerim sonucu "Bu kadar yazmasam da olur." düşüncesine girdim. O yüzden direkt bilgilere yönelik, biraz daha çorba edasında bir yazı yazacağım. Şunu da belirteyim ki; oyunu açarken anormal iyi niyetli ve hevesliydim. Büyük sitelerin-dergilerin verdiği düşük notları anlamıyordum. Bunun bir sebebi de, hiçbir yazıyı okumamış olmam. Prensip olarak bir inceleme yazacaksam, onla ilgili hiçbir yazıyı okumam, çünkü etkilenme durumu olabilir ve yazı özgünlüğünü kaybeder, her neyse, diyeceğim şudur ki...

Bombardıman Başlıyor...

O grafikler nedir? 2008 senesindeyiz! Konsolumuzun adı Xbox 360, PlayStation 2 falan değil! Nasıl yani? Benim için serinin bir numaralı oyunu olan Need For Speed Hot Pursuit 2 ile çok rahat grafikleri kıyaslayabilirim. İşin trajedik yanı Hot Pursuit 2'nin çıkış yılının 2002 olması. Grafik hatalarından bahsetmiyorum bile, güneşin saçma sapan yansıma açıları gerçekten de gözleri bozuyor. Underground'la başlattıkları ve giderek diğer oyunlarda da yayılan ıslak yerler olayı, kuru yerlerde de devam ediyor ve dazlak gibi parlıyor her bir yer. Bir sokak durup dururken neden parlar?



Bu senaryo nedir? Çirkin Betty'ye taş çıkaracak çirkinlikteki Maggie Q ve yeteneksiz yandaşları oyun boyunca bize videolarda eşlik ediyorlar. Çok içtenlikle söyleyebilirim ki, hikayeden bir şey anlamadım. Gizli polisiz, ancak o ne karman çorman bir senaryodur. Madem gizli polisiz o zaman niye polisler ikide bir peşimize takılıyor? Ben polissem hız ihlali de yaparım kardeşim, belki hırsız kovalıyorum... Bir de illa ki gerçek insan niye kullanıyorsunuz videolarda, bu kadar yeteneksiz üçüncü sınıf kişileri oynatacaksanız, bunun yerine video koyun daha iyi. Hatta hiçbir şey koymayın o da daha iyi...

Hırsız kovalamak demişken�

Evet, iyi bir şey de diyeceğim tam şu anda, lütfen alıcılarınızın ayarıyla oynamayın. Hırsız-polis modu gibi bir şey var Live seçeneğinde ve Xbox Live'da Quick Game seçeneğinden başkasını kolay kolay kullanmayan beni bile başında tutmuş durumda. Ancak yine de Live'da yabancı rakiplerimle kapışırken onlar adına üzüldüm. Hadi ben oyunu inceleyeceğim diye incik cincik etmeliyim. Peki sizin zorunuz ne? O oyunun o kadar durmasına ne gerek var Xbox'ın DVD ROM'unda?

Mortal Kombat vs. DC Universe

övüşmeyi seviyorum! Dövüş oyunlarına bayılıyorum. Uzun zamandır böyle zengin bir döneme de girmemiştik. Hep tek tük oyunlarla yetinirken, şimdi Soul Calibur'un sefasını bitiremeden Mortal Kombat da yanımızda bitiverdi. Sıradaysa Street Fighter ve tabii ki Tekken 6 var.

Açıkçası Mortal Kombat serisini çok sevemedim. Her zaman Tekken'in hikayesi, karakterleri ve oynanışı çok daha keyifli geldi. "40 Yıllık Bekar" filminde Mortal Kombat oynarlarken oyuna sevgim nedense birden arttı. Sonra PS2'mde oyunlarını daha bir keyifle oynamaya başladım. Yine de karakterlere çok ısınamamıştım, ancak müthiş vahşeti ve "fatality" olayı oyunu çok özel yapan etmenlerdi. Xbox360'ıma ise bu oyunu almamda asıl önemli etmen Dc Universe karakterleriyle oynayabilecek olmamdı, evet bu müthiş! Haftalarca Yoda'yla dövüştüm. Şimdi de Batman'imle dövüşmek istiyorum, daha ne?

Ana Menü

Oyunumuzun ana menüsü oldukça sade bir şekilde bizi karşılıyor. Sade olduğu kadar görme problemi olanlara da hitap eden bir fonta sahip. Sırasıyla One Player, Two Player, Xbox Live, Extras ve Options seçeneklerinin olduğu ana menüde, Xbox Live seçeneğinden Ranked Match, Player Match, Private Match gibi standart olgulara ulaşabiliyoruz. Ama tabii ki asıl olayımız One Player'da. Arcade Mode, Story Mode, Komba Challenge ve Practice seçeneklerinin bulunduğu "One Player" kısmında oyunun ana damarını oluşturan kısımlara, Story Mode ve Arcade Mode'a geçiyoruz.

Story&Arcade

Öncelikle Arcade'i anlatayım. Karakterimizi seçiyoruz ve oyunumuza girip sırayla 10 rakibimizi yeniyoruz. Mortal Combat'tan seçebileceğimiz karakterler; Scorpion, Sonya, Kitana, Liu Kang, Kano, Sub Zero, Shang Tsung, Jax, Raiden ve Baraka. Benim favorim kesinlikle Raiden. Mortal Combat'ta hep en saydığım, en tırstığım ve en sevdiğim karakter olmuştur. Yine mükemmel yapmışlar. Dc Universe kısmında ise bizi Superman, Batman, The Flash, Catwomen, Gren Lantern, The Joker, Lex Luthor, Captain Marvel, Wonder Woman ve Death Stroke onlusu karşılıyor. En sevdiğim karakter Batman olmasına karşın oyunda en önemli karakter olarak Superman'in yapılmış olması birazcık kıskançlık krizine girmeme sebep oldu diyebilirim. Ancak en keyifli kullanılan karakter kesinlikle The Flash. Çok hızlı çook. Onla kombolar yapmak da çok keyifli. Her neyse, sonuç olarak oyunumuza başlıyoruz...



Unreal grafik motorunun kullanıldığı oyunumuzda görseller birazcık sert olmuş, pikseller biraz belli. Çözünürlük çok iyi değil. Açıkçası Soul Calibur'un gerisinde kalmış grafikler ancak yine de özellikle karla kaplı bölümde buzun açılara göre yansıması gibi detaylara dikkat edilmiş. Catwoman da süper olmuş demeden geçemeyeceğim.
Oyun İncelemesi © 2008. Template Design by SkinCorner